Tekirdağ Masaj Salonu Hizmeti – Masör Ece

Tekirdağ Masaj Salonu Hizmeti  – Masör Ece

Tekirdağ Masaj Salonu ayrıca habire bir şeyler yenir ve pek azca konuşulurdu. Sonra halam yine dolapları denetlemeye başlar; eniştem, av takımlarını toparlayıp ahıra yollanırdı. Madeleine, oupette ve benimle oyun oynardı. Robert, çoğu kez aslabir şey yapmaz; arada bir balık tutmaya çıkar, eylül ulaşınca de ava giderdi. Birkaç sefer, evde kalmış, çaptan düşmüş özel öğretmenler getirip, Robert’in kafasına birkaç rakamla, az buçuk okuyup yazma yerleştirmeye çalışmışlardı. Sonra, teni sararmış, yaşlıca bir hanım, kendini Madeleine’e adamışa. Madeleine, çekip çevrilmesi daha dolay bir kişiydi ve ailede, eline kitap alan tek insan oydu. Durmadan roman okur; düşlere kapılır; çok güzel bir kız bulunduğunu ve çevresinde âşıkların pervane benzer biçimde döndüğünü kurardı. Akşamlan, herkes bilardo odasında toplanırdı. Babam, lambalar yakılsın isterdi.

Tekirdağ Masaj Salonu halam, daha ortalık Tekirdağ Yakasılık diye çığlık çığlığa diretirdi, fakat sonucunda pes eder, ölü gözü benzer biçimde bir idare lambasını yaktırıp, ortadaki masanın üzerine koyardı. Yemekten sonra, gene dolaşmaya başlar, karanlık koridorlar boyunca ayak sesleri duyulurdu. Robert’le eniştem, mahmur gözlerle, çakılmış şeklinde koltuklarında oturur, yatma vakti bir an önce gelse diye beklerlerdi. Kırk yılda bir, ya biri ya öteki, bir spor dergisi alır, birkaç dakika sayfalarını karıştırıp, şöyle bir göz atardı. Ertesi sabah, al baştan, her şey bundan önceki günün eşi olarak adım atar ve sürerdi.

Tekirdağ Masaj Salonu

Tekirdağ Masaj Salonu yalnız pazarları değişik bir gün olurdu. Pazar günleri, evde ne kadar dolap, ne kadar kapak, ne kadar kapı var ise, tek tek kilitlendikten sonra, köpeklerin çektiği arabaya binilir ve Saint-Germain-les-Belles’deki kiliseye gidilirdi. Halama hiç konuk gelmezdi. Kendisi de kimselere gitmezdi. Bu tür yaşantı, benim işime geliyordu. Günün büyük kısmını, kardeşim ve kuzenimle birlikte, kroket alanında geçiriyor, geri kalan zamanda da durmadan okuyordum.

Kimi zaman, üçümüz birden kestane ağaçlarının arasına dalar, mantar arardık. Mantar çeşitlerini titizlikle inceler, yabani mantarları toplamaz, zehirli mantarlardan dikkatle kaçar, buruşmaya yüz tutmuş olanlarına sırt çevirir, yalnız kenarları muntazam bir şekilde kıvrılmış, saplan dimdik, tepeleri kahverengiye ya da maviye çalan, körpe mantarları toplardık. Ağaçların arasında dolaşır, yosunlan aralayıp, yabani sarmaşıkları bir kenara iterken, kurt mantarlarına çarpar, bunları dağıtıp, içlerindeki tozun havaya bulut şeklinde saçılmasına sebep olurduk.

Kimi zaman de Robert’le birlikte balığa çıkar, tatlı su karidesi tutardık. Veya, Madeleine’in tavus kuşlarına yem bulmak için karınca yuvalarını bozup, kürekler dolusu beyazımsı yumurta toplardık. Büyük araba, artık hiç çıkarılmıyordu arabalıktan. Meyrignac’a gitmek için, her on dakikada bir duran trene binip, bir saat tıngır tıngır gitmemiz gerekiyordu. Sonra da, eşek arabasına eşyamızı yükleyip, biz de yayan yola koyuluyor, eve yürüyerek gidiyorduk. Meyrignac’tan daha güzel bir yer olabileceğini sanmazdım hiç. Bir anlamda, oradaki hayatımız, son aşama sade, renksizdi. Poupette’le ben, ne kroket oynuyor’ne de bahçede başka bir eğlence bulabiliyorduk kendimize. Neden bilmiyorum, babam bizlere bisiklet almaya kalkışınca, annem karşı çıkmıştı buna. Yüzmesini bilmiyorduk; üstelik Vezere ırmağı da evden oldukça uzaktı. Kırk yılda bir eve yaklaşan bir otomobil sesi duyulsa, annemle Marguerite teyzem hemen içeri koşup, kendilerine çeki düzen vermeye bakarlardı.